Kırık dökük bir hafta.

Zor günler… Geçen yıl evden çok çıkamamış annem için bir seyahat ayarlamıştım. Tur otobüsü tam karşımızda dururken, 5 dakika içinde binecekken kaldırımdan düştü kolunu kırdı. Çoklu kırıkmış. Ameliyat olması gerekti. Oldu. 1 günde bir dolu şey geldi geçti. Neyse ki atlattık. Belki gitmememiz gerekiyordu, ki kesin öyle demek ki. Bunu biliyorum. Ama bazı şeyler insanı üzüyor. Sevdiklerinin fiziksel acısının yanı sıra, psikolojisinin durumu da insanı çok yaralıyor. Onun moralinin çöküntüsü, duygusal yorgunluğu fiziksel iyileşmeden daha çok emek istiyor.

Birilerinin de davranışlarına kırıldım galiba.

İşte böyle. Bugün ameliyatların, kırıklıkların ve duyguların sonrasında biraz yorgun düştüm.

Belki bize koşmuyordur korktuklarımız

Dün yürüyüşe çıktım, hava karanlık. Parkın içinden geçiyorum. Bir grup köpek bana doğru koşmaya başladılar, büyükler, havlıyorlar. Korktum ne yalan söyleyeyim. Çocukluktan gelen bir köpek ısırma deneyimim de var. Kalbim çarptı, ağzıma geldi. Ne yapayım dedim, dondum kaldım. Sonra aralarında kaldım. Sakin sakiiiin dedim köpeklere, elimi yukarıdan aşağıya indirerek insanla konuşur gibi sakinleştirmeye çalıştım. Sonra yanımdan koşup gittiler.

Sonra şunu düşündüm. Bazen üzerimize doğru gelen bir şeyi tehlike görüyoruz, aslında belki bizim üzerimize gelmiyordur aslında, geçip gidecektir. diye sembolik bir şey geldi aklıma.

Katy’nin batıl inançları var. Kocası yaprakları sararmış bir ağacı getirip dikmek isteyince uğursuzluk getireceğini düşünüyor. O bu fikri satın alınca da her şey ters gidiyor. Aslında fikri satın almasaydı belki de hiçbiri olmayacaktı ; )

Öğrenilmiş gülümsemeler

50’lerde geçen Cennetten Çok Uzakta filminde Julian Moore o kadar güzel gülme taklidi yapıyor ki. Tam içinde bulunduğu çağın mükemmel ev hanımı gülmesi. Mutfakta iyi, eve çok iyi bakar, hep gülümser, sorun çıkartmaz. Julian Moore çok iyi vermiş. Ya sonra gerçek duygularla tanışınca yatakta tepinerek ağlıyor bile. Kendine geliyor resmen. Güzel filmmiş, Julian da harika oynamış.

Biz bizi ne kadar hatırlıyoruz?

2006 yapımı Volver’de Penolope Cruz’un kızı, annesinin şarkı söyleyebildiğini sürpriz bir şekilde partide öğreniyor. Oysa sesi çok güzel ve bu çocukluğunda onu tanımlayan özelliklerden biri. Oysa boyu kadar olan kızı bunu bilmiyor. Aslında çocuklarımız bizi ne kadar tanıyor? Hayallerimiz, umutlarımız, yeteneklerimiz, küçüklükteki biz. Belki çoğunu bildiklerini sanıyor, varsayıyoruz. Peki biz eski bizi ne kadar hatırlıyoruz?