marifet

6e3a1956228f5969cbc3acb27f9e2ba7

Yemyeşil bir ormanın içinde, şırıl şırıl şelale sesi kulağında, ayakların çıplak, saçların ıslak… Dünyanın derdi gamı arkanda.!

Marifet böyle bir ortamda spritüel olmak- ya da takılmak değil.

Bazen kaosun ortasında, zır zır telefon sesi kulağında, ayakların yorgun, saçların şöylesine bi tepene toplanmış! Dünyanın derdi, masanda! iken spritüel olabiliyor musun, ya da kalabiliyor musun?

Marifet burada.

1 klima, 1 metafor

Baş karakter, klima… Yardımcı oyuncular mekanda yaşayanlar. Klima aynı şekilde, aynı ısıda, ya da aynı soğuklukta çalışıyor. Tek fark, yaşanların oturdukları yer. Biri çok etkileniyor, esinti rahatsız ediyor, üşüyor, hatta donuyor. Başka biri oturduğu yere hiç serinlik ulaşmadığından yakınıyor, sıcaktan patlıyor. Aynı etki, herkes için farklı tepki yaratıyor. Oldukları yere, yaratılışlarına ve bulundukları konuma göre hissettikleri değişiyor.

…………

Bu size de farklı çağrışımlar yaptı mı? Aynı olayların herkese nasıl bu kadar farklı gelebildiğini mesela…

Bağrı/böğrü/döşü/göğsü dövmek…

Bir dönem, sinirlendiğimde, ya da üzüldüğümde hiç farkında olmadan göğsümün ortasına doğru vurduğumu fark ettim. Eşim sayesinde… Bazen ona kızdığımda da yapıyormuşum, o söyledi. Of offf der gibi…

Sonraları EFT‘yi okuyup araştırdığımda gördüm, timüs bezinin tam olduğu yer orası… Timüs bezi tam göğüs çatalımızın hizasında. Bağışıklık sistemimizi doğrudan etkileyen bir bölge. Çeşitli tekniklerde (EFT gibi) timüse küçük vuruşlar ve masaj, denge ve sağlıklı çalışması açısından uygulanıyor. En yoğun duygular da kalp bölgesinde birikiyor zaten. Bu vuruşlar biraz da o duyguların yoğunluğunu azaltıyor, dışarı vuruyor. (Yani küçük küçük vuruşlarla arada timüsü uyarmak, duyguları çözmek gerekiyor.)

Ve sonra neyi keşfettim! Anadolu’da yas tutan insanların nasıl da bağırlarını dövdüğünü… İçsel bilgelik değil de nedir bu? Büyük acılarla başa çıkmak için vücut sana komut veriyor bir şekilde.

Farkında olmadan acı çektiğimizde elimizi kalbimizin üzerine koyuyoruz, bağrım yanıyor diyoruz, içim düğümlendi diyoruz, hissediyoruz işte…

Guernica

guernica3

Buket Uzuner’in Toprak kitabını okurken üzerine düşünme, inceleme fırsatım oldu. Yukarıdaki tablo Guernica. Picasso’nun İspanya İç Savaşı’nı anlattığı tablosu… Franco bu tablonun uzun zaman ülkeye gelmesini yasaklamış. Franco mu kim? “Franco İspanyol iç savaşına neden olan, kendi halkını birbirine düşman cephelere bölüp farklılıklarını keskinleştiren ve böylece kardeşi kardeşe kırdıran diktatör… ” diye tanımlanıyor kitapta. Devrim yapanlar hiçbir zaman çoğunluklar olmamıştır, çoğunluklar genellikle sürü psikolojisine kapılır, diktatörler de bunu kullanmayı çok iyi bilir…”

Biraz tarih okusak, ışık tutacak ne örnekler var. Ne örnekler…

Yukarıdaki tablo Pablo Picasso tarafından 1937’de yapılan, İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası‘na ait 28 bombardıman uçağının 26 Nisan 1937’de İspanya‘daki Guernica şehrini bombalamasını anlatan, 7,76 m eninde ve 3,49 m yüksekliğinde anıtsal tablodur. Saldırı sırasında 250 ila 1.600 kişi hayatını kaybetmiş, çok daha fazla sayıda kişi de yaralanmıştı.

insanın özü

11892001_10153689196178812_3657936094459984142_n (1)

“Hepimiz katman katmanız. Büyüdükçe soğan halkası gibi yeni kalkanlar, özellikler ekliyoruz öz’ümüze. Ama ağacın en merkezindeki halka, soğanın cücüğü nasıl yok olmuyorsa, özümüz de hep orada. Bizi insan yapan, sadece sevmeyi bilen, kendini saklamak için zırhlar kabuklar sarınmayan, dürüst olursa sevilmeyeceğini düşünmeyen, ayırmayan yaftalamayan…. Orada, oracıkta. İçindeki çocuğa sarıl… Sana insanı anlatır.”

Bakırköy, Ataköy, Yeşilköy

images-q-tbn-d9-c-zzqg-n-i-o-s-6-7-pe-uq-rkh-93-g-rv-j-fs-2k--728x728

Neredeyse 30 yıldır bu bölgede yaşıyorum. Özellikle ergenlik, gençlik zamanında Ataköy’de oturmak zor gelirdi, çünkü etkinlikler, sinemalar, tiyatrolar Taksim’de orada, buradaydı. Uzak gelirdi gidip dönmesi. Ama şehirden dönünce de nefes alınırdı, yeşildi…  (Zaten büyüdükten sonra da öyle işlemiş ki içimize gidemedik başka semtlere. )

Sahillerinde rüzgarları, çok meşhur dondurmacıları, parkları, bahçeleri vardı. Hala var. Ama bu zamana kadar yavaş yavaş, bu zamanlarda ise hızlı bir değişim içinde. Ev tutarken, deniz manzaralı diye aşık olup tuttuğumuz 9.kattaki evin önünde sahildeki konaklar(!) yükseldi. Artık manzara yok. Hele yeni yeni yükselen hukuksuz oteller, binalar…

Dünyanın başka yerinde var mıdır bilmem, ama hayli komik. Sahil şeridi yüksek binalarla dolu, arkadakiler eski binalar kısa…

Bu bölgenin de daha fazla değişmemesini umuyorum. Ama bilemiyorum günler neler getirecek…

Aşağıdaki linkteki maddeleri okuyunca düşündüm, gelmişi geçmişi…

http://www.mynet.com/my/alp.turkalp/sadece-bakirkoylulerin-anlayabilecegi-12-madde-1036318

Bir ağaçta yaşamak…

Screen Shot 2015-08-13 at 9.52.25 AM

Hep büyük şeyler değil mi yapmak istediğimiz? Büyük şeylerle dünyayı değiştirebilseydik keşke diyoruz içimizden belki. Büyük düşünmekten hiçbir şey yapamıyor muyuz yoksa? Bir ağacın tepesinde oturmak, dünya ağaçlarını kurtarır mı diye düşünüyoruz belki. Barış için çevremizle barışmak, dünya barışını getirir mi deriz kimi zaman da, küçük şeyleri küçümseriz bazen. Oysa küçük şeylerin gücünü çok önemsemeli, küçük bir çakıl taşı dalgalar yaratmıyor mu? Onlar gidip bir karaya ulaşmıyor mu? Kalpler birer kıyı. Küçük çakıltaşlarıyla titreşen…

Mesela

Avustralyalı çevreci aktivist Miranda Gibson, ülkesinin güneydoğusundaki Tazmanya Adası’nda 4 asırlık bir ökaliptus ağacının üzerinde bulunan yerden 60 metre yükseklikteki bir platformda yaşamını sürdürüyor. *

*Kaynak: Akşam Gazetesi 

Seni akışa mı bıraksam, hedef tahtasına mı assam, buruşturup çöpe mi atsam?

2cc02779f8f699681a79dd68f70c474c

Kum saatini alıp, masanın üstüne koyuyor bekliyorsun. Sonra beklediğin şey baktın olmuyor,  kum saatini yan çevirip, oluruna bırakayım, akışa inanayım diyorsun, baktın yine olmuyor. Kum saatini çekmeceye koyuyorsun. Sonra bir gün iç dünyanın çekmecelerinden birini aralıyorsun, aaaaa taaa ne zamandır niyet ettiğin bir şeyin kum saati orada duruyor. Oof akışa bırakarak nereye kadar diyorsun, tekrar kum saatini masaya koyuyorsun.

Bazen öyle oluyor. Vardır her şeyin bir sebebi diyorsun…