Başarının ölçütü ne?

Başarıyı, ya da başarısızlığı neyle ölçüyorsun? Birinin yaptığın bişeyi beğenmesi, ya da beğenmemesi? Para getirip getirmemesi? Ödül alıp almaması? Yargılanması, övülmesi?

Ya da etrafta başarılı diye algılanan şeyler neler? Toplumun değer yargıları neyi başarılı buluyor? İlginç bir konu.

Her yaptığına körü körüne aşık olan biri değilim, ama geçenlerde beğendiğim bir iş için hiç düşünmediğim bir yorum aldım. Önce üzüldüm biraz, ama sonra objektif baktığımda bu onun ilginç bakış açısı. Ben de onun her yaptığını beğeniyor muyum hayır. Bazen de böyle bakmak lazım.

Haftanın Z raporu

Bu hafta, İş sanat’ta Nezihe Meriç öykülerinin canlandırmasını izledik. Bu tarz, şiir, öykü dinletileri İşsanat’ta ücretsiz aklında olsun. Ben öykü aşığıyım, kadın öykücüleri de ayrı bir düşkünüm. Ama birlikte gittiğim arkadaşlarım da çok beğendi. Nefis öyküler, tiyatrocuların elinde canlandı sahnede. Tekrarı olursa mutlaka gidin.

Salı günleri gittiğim bir atölye var, atölyeye çok yakınmış, çok methini duymuştum. Dendiği kadar varmış. Kadıköy’de Yanyalı Fehmi. Türk mutfağı sevenler için denenmesi gereken bir adres.

Arter’e gittim bu hafta ilk defa. Çok güzel bir müze olmuş mimarisi çok modern. Yeri azıcık sapa. Ama Tepebaşı’ndaki Pera’nın önünden servisler kalkıyor, neyse ki. Şu an “Farzet ki sen yoksun” sergisi var. Biraz nasıl diyeyim, sinir tellerine dokunur cinsten.

Bu hafta, çok uzun zaman üstüne Bakırköy’e gittim. Özlemişim. Ortaköy, Bakırköy, Kadıköy… Aynı sıcak, samimi, capcanlı hava. Bu çiğköfteci tabelası çok ilginç di mi? Neden ters olabilir? Tavana yapıştırma esprisi mi?

Bir de, Ataköy Baruthane’den bahsetmek istedim. Önü deniz, çayır çimen. Baruthane yeni renove edildi. İçinde cafe, kütüphane, müze, sahne, etkinlikler var. Çok çok beğendim.

Hayatın içinden

Patlayan yumurta

Hiç yumurta patlattınız mı? Bu sabah ben yaptım. Haşlanmış yumurta yapayım diye suya koydum. Altını yaktım. Bir türlü olmuyor normal zamanda, uzun sürüyor, sudan alıp kabuğunu soyunca bir görüyorum ki, içi hala yaş. O yüzden uzun uzun tuttum, içeride kitap okudum falan. Sonrasında gittiğimde yumurtanın haşlama suyu bitmişti. Tüh dedim, şöyle parmağımla yumurtaya dokunmamla birlikte yumurta bütün odaya patladı. Ama nasıl patlama. Parça pinçik, en olmadık yerlere bile ulaşmış. Yumurta da patlarmış yani.

Luna’nın yaptığı

Belki diyeceksin ki, ne var bunda… Ama ben şaşırdım. Dün camlı balkondan dışarı seyrediyordu, kızım ha geldi, gelecek. Birden, koşa koşa sokak kapısına koştuğunu ve kilide doğru baktığını gördüm. Birazdan kilit döndü ve kızım geldi. Balkondan geldiğini görmüş, kapıya koşmuş. Aslında bu bağlantıyı yapmış olmasına bile şaşırdım.Taa yukarıdan tanıması ve kapıdan gireceğini bilmesi… Çok tatlı geldi bana. Müstakil bir evde, basit bir şey gibi gözükse de, apartmanda bu bağlantıyı kurarak beni şaşırttı tatlım benim.

Duvarımdaki deniz kenarı

Pandemi başladığında, ilk defa eve kapanıp, çalışma odasından çalışmaya başlayınca, duvarda hemen masanın başına bu resmi asmıştım. Zihnimi dışarıda eylemek için. Hala çıkartamadım, kıyamadım. Denize bakan bir yamaç, mavi gökyüzüne açılan bir kapı. Sohbet eden rahat iki kişi…

Hayatın içi, instagram mükemmelliğinde fotolardan oluşmuyor, onlar hayatın kendisi.

Tanıştığıma memnun oldum Peride Celal

Bazen bir yazarı hep duyarsınız, ama hiçbir eserini okumamışsınızdır. Biraz geç keşfettim kendisini. Geçenlerde Selim İleri’nin 99 Hikayeci’den 99 Hikaye derlemesinde Koşucu öyküsünü okudum. Öyle noktalardan yakaladı ki, öykü dediğin zaten birkaç sayfa. O birkaç sayfa içinde burnumu çeke çeke okumaya devam ettim. Sonra da biraz hayatını inceledim. Fotoğraflarına baktım. Nasıl hoş. 1916’doğmuş, Fransız Saint Pucherie’de okumuş, dönemin edebiyat dünyasındaki rekabet arasında yer alabilmiş. En çalışkan edebiyat emekçilerinden olmuş. Aşağıdaki linkte, Selim İleri Peride Celal’i anlatıyor.

Koşucu, o kadar çok katmanlı bir öykü ki İçinde dönemin siyasal koşulları, kahramanın yolculuğundaki muhteşem kilometre taşları, anne-kız ilişkisindeki ustalıkla verilen detaylar… Çok beğendim gerçekten. Tabii dönemsel öyküleri, çağdaş tekniklerle değerlendirmemek lazım. Ama duygu olarak çok başarılı. Ellerine sağlık Peride Celal.

Bir şeyler yazıyorsun, seneler sonra birinin kalbine ulaşıyorsun. Ne büyülü bir şey.

Övgünün cimriliği

foto:pinterest

Birinden, bir yerden, bir olaydan çok kolay şikayet edilebiliyor da, övgü niyeyse insanın aklına gelmiyor. Birine sorduğunuzda, hep hayatındaki en önemli insanlar geliyor çoğunluğun aklına. Övmek için. Oysa markette güler yüzlü bir kasiyer, işini çok iyi yapan biri, verdiği mücadelelerle etrafına örnek olan biri, güne güzellik katan biri, yaşama iştahla sarılan bir kişi… Hepsi övgü hak etmiyor mu aslında?

Odağımızı bu şekilde yönlendirdiğimizde o kadar çok övgü var ki dağıtılacak. Şükürler olsun.

İstediğin olma hakkı

Tanıdın mı? Bir zamanlar büyük ses getiren Fatal Atraction’ın Glenn Close’u. Peki aşağıdaki fotoğrafı tanıdın mı?

Instagram hesabı düştü keşfetime. Nasıl kendiliğinde yaş alabildiğine şaşırdım. Çünkü şaşırttılar artık algılarımızı. Dolgu, botoks, Fransız askısı, ipek kirpik bilmemesi çemberinde yaşlı gibi olmayan yaşlılar yeni normal oldu. Öyle olmak isteyen öyle de olabilir. Ama tek doğru değil. Herkes nasıl olmak istiyorsa öyle olsun. Dayatmalar çok sıktı. Birine bakarken, aslında kaşının arasına botoks yaptırsa, aslında saçını bilmem ne yapsa yorumları… Ya da binlerce estetiği olan birinin ne kadar da yaşını göstermeyen biri olarak değerlendirilmesi?

Glenn Close’a şaşırıyoruz ondan sonra. Bakın isterse süsleniyor da: )

Tatlı gözüküyor.

6 Şubat 2024

Yol yok, ev yok, bazılarının gidip ağlayacağı mezar yok. Hala. Sessizliğimizi duyan var mı diye dün yürüyüşler yaptılar. Hikayeleri dinlemek zaten çok zor.

Bunlardan öte, anlıyoruz ki hala çok yapacak şey var. Ama ortada ilk zamanlarki gibi kampanyalar yok. Bazı oluşumlar var çalışan. Onları takip edip, elimden geleni yapmaya çalışacağım. Her şey maddi değil, hiç aklımıza gelmeyen bir katkımız olabilir.

Manipülasyon (Çaktırmadan ittirme sanatı)

Yine Succession’dan bir sahne. Cinsel tacize uğramış kadın, şirkete dava açmaya karar vermiştir. Şirket sahibinin kızı, kadını ziyarete gider. Kadın onu görünce hayır, kabul etmiyorum görüşmenizi, ya da vaat edeceklerinizi der peşin peşin. Yönetici kadın der ki, ne için geldiğimi sanıyorsun, sana engel mi olacağım. İstediğini yap, ben seni anlamak için geldim. Böylece çatlak oluşturur önce, içeri sızmak için. Kadının süngüsü kısmen düşer.

Çok haklısın der, ne yaşadığını tahmin edemiyorum bile der. Küçük bir sessizlik girer araya. Sonra yavaşça konuya girer. “Yap istediğini tabii. Dava aç. (O sırada kadının ileride oynayan çocuğuna göz atar, manidar) Ama ne elde edeceksin? Seni kışkırtan düşmanlarımızla, tacizciler arasında kalacaksın. İnternette seni arattıklarında, bu olaylar çocuğunun karşısına çıkacak. Oysa, geleceğini garanti altına alacağın bir meblağ alarak kendini düşünebilirsin. Hiç kimseyi düşünme yalnızca kendini düşün.

Nasıl küçük küçük ittiriyor, tam bir manipülasyon sahnesi.

Günlük yaşamda da o kadar nefret bir şey ki. Hele bunu anladığın zamanlar, gözünün içine baka baka bunun yapılması inanılmaz itici.

Haftanın Z raporu

AKM’de bir anma konseri vardı. Barış Manço ve Cem Karaca şarkıları. Önden gösterilen hayat hikayelerinin videoları hepimizi duygulandırdı. Şu iki özgün kişiye bakınca, yaratıcılığa izin verilmesinin önemini bir kere daha anladım. Cem Karaca’nın yeteneğini annesi keşfetmiş, sonuna kadar desteklemiş. Barış Manço, Galatasaray’da okumuş, küçük yaşlardan itiraberen korolarda, müzik gruplarının içinde olmuş. Her şeyleriyle ne kadar farklılar. Sadece birkaç çizgiyle bile anlatılabilen görsel bir kimlikleri, kendine has müzikleri… Yerlerinin dolması gerçekten zor. Konserde, tabii ki birçok şarkıda onların sesini arıyor insan ama yine de iyi geldi.

Biraz kafa dağıtmak, gülmek için tek başına gittiğim Lohusa filminde güldüm ama ağladım da. Lohusa hallerim, hikayelerim geldi aklıma. Ben bunun öyküsünü yazmalıyım diye düşündüm. Sonlara doğru, verdiği mesajları biraz didaktik bulanlar olabilir. Benim hoşuma gitti ve çok doğruydu hepsi. Lohusalara iyi bakın ve hoş görün anacım: )

Cumartesi günü Panzehir Edebiyat’ın düzenlediği Öykü Günü Etkinliği vardı. Orada bir öykümü okudum. Öykülerle iç içe bir gün oldu. Ne güzeldi.

Haftamız çiçek gibi geçsin.

“Let’s fix our wings”

Amerika’da medya tekeli kuran büyük patron, ailesiyle çok kötü giden ilişkileri halk gözünde toparlamak için bir danışmanla anlaşır. Tüm aile, kavgalı, bağımlı, herkes bir yazlık evde toplanırlar, bir terapist gelir, tüm aileyle aynı anda görüşme yapmaya çalışır. Salonda bütün yaralı aile fertleri toplandığında içlerinden biri, başlıktaki cümleyi söyler. “Hadi, kanatlarımızı onaralım.”

Daha bitmedi ama güzel dizi. Müziği de güzel. Bizdeki senaryolarla karşılaştırdığımda hep aynı şeyi görüyorum. Türk dizilerinde, her bölümde yüzlerce büyük olay oluyor. Bunu belki de izleyici mi öyle talep ediyor bilmiyorum, ama buna gerek olmadığını, birkaç temel konu etrafında ama çok da etkili senaryo kurgulanabileceğini yabancı dizilerde görebiliyoruz.