Alimsin zaman

Her şeyi yazarım da
zamanı yazamam –
o yazar çünkü
beni.

Yazar beni
yavaş yavaş
özenli –
azalta azalta
görkemli –
sanki
dolduracakmış
olduracakmış
gibi.

Halbuki
sıyırıp düşürmüştür
tırnağımdaki çürüğü
parmağımdaki yarayı
kabuk kabuk
geçirmiştir –
geçerken, sanki
çoğalta çoğalta
yazarak
beni:
özenli
görkemli.

Oruç Aruoba

Her şeye geçer de zamana geçmez sözüm. Dönülmez sözlerimden döndürür. Gün gelir kızdıklarıma güldürür. Gün gelir en telaşlı hallerimi sabır küpüne döndürür. Bazen mesafe koyar sevdiklerimle arama. Bazen sevmediklerimi çıkartıverir karşıma. Güvendiğim dağlara kar yağdırırken, hiç güvenmediğim yolda eşlik eder bana. Gözyaşlarımı kurutur, öfkemi unutturur, kırdığı yerden öğretir, büyütürken düşündürür.  O yüzden işte bu yüzden…

Herkesin dediği gibi zalimsin zaman demek yerine alimsin zaman derim ben.

Screen Shot 2020-04-24 at 13.12.13

Son zaman bükücü

Telaşla bişey yetiştirirken zaman akıp gidiyor tutamıyorum. Aynı işi rahatlatıcı bir müzikle yaptığımda zaman daha rahat, daha konforlu.

Bulaşık makinesini bir an önce yerleştirmeye çalıştığımda yetişemiyorum hiçbir şeye. Dönmeye sabırsızlandığım koltuğuma… Tek tek ne yaptığımı hissederek, tabakları yerine koyduğumda zaman daha ferah feza… İçinde hareket edebiliyorsun, üstüne dar gelmiyor.

Bir durumdan bir duruma koşarken, sıkıyor seni… Durumların hepsinin sırasını bekleyebileceğini düşündüğünde boğazını sıkmaktan vazgeçiyor. Gevşiyor elleri, parmakları…

Zaman… Öyle aman aman bi düşman değil, baktığında. aeb73a5b89e21960fa43c81519f78ef2

 

Kapılardan sen anlarsın, konuş onlarla…

 

Kapılar çok anlamlı gelir bana. Konuşur gibi… Sımsıkı kitli kapılar, kolayca açılan kapılar, tamamen açık kapılar… Hayat gibi, hayattaki olaylar, fırsatlar, kaçışlar gibi…

Zorlayıp zorlayıp açamadığımız, zaten önümüzde davetkar bir biçimde durduğu halde lütfedip de girmediğimiz ya da çıkmadığımız…  Gitmek gerektiğini bilip de gitmediğimiz, girsek çok mutlu olacağımız halde girmediğimiz… Çok eğlence vaat ettiği halde cesaret edemediğimiz, korkup kilit üstüne kilitle korunduğumuz kapılar, yerler, durumlar…

“Bir kapı kapanır, diğeri açılır.” “Bir kapı kapanmadan diğeri açılmaz” gibi sözler var. Oysa bekleriz bi yerde, güvenli, konforlu alanda. Öbür kapı açılsın da, bunu onun üzerine kapatırız. Korkaklığımızdan mı, tedbirliliğimizden mi? Oysa ki bazen tedbir zedeler insanı… Kaplanı kapalı bir odada beklemek gibidir belki tedbir. Giderek odanın köşesine doğru çekilir, sonunda da kapana kısılırsın.

Eski bir evimde, evin içindeki birçok kapı kitlenmiyor, hatta doğru dürüst kapanmıyordu. Hatta bazı bölümlerin kapısı yoktu. Mesela salonun kapısı kırılmıştı. Odaların kapıları ise zor kapanıyordu. Ne enteresan bir okuması olabilir düşününce. Ev, benliğimiz… Salon ortak alan. Burada kapısızlık belki iyi… Herkesin kolayca gelip girebileceği, misafir edilebileceği davetkar bir alan… Ama diğer yerler, mahrumiyet, bireyselliğin korunması gereken kapılar… Dan diye herkesin girmemesi gereken.

Neyse şimdiki evin kapıları kapanıyor, hatta kitleniyor. Bu konu halledilmiş olmalı…

….

Evdeyiz şimdi. Tüm kapılar üzerimize kapalı. Benliğimize kapandık. Kendi benliğimizle de değil, aynı evdekilerle… Ne enteresan. Kavgalılar, birbirinden kaçanlar, az görüştüğünden yakınanlar, yabancılaşanlar… Bir kapının ardında buluştular.

Benliklerinin yabancı yönleriyle tanışmak için belki de.

Kapılarımızı düşünüp, yeni çıkarımlar yapabilmek için fırsat dolu günler….

Kapılarınızı anlayıp, fırsat kapılarını değerlendirebildiğimiz, çıkmak gerekenlerden çıkabildiğimiz günler dileğiyle….

 

 

 

 

 

Ne mutlu ediyor beni en çok?

Ne mutlu ediyor beni? Ne coşku veriyor içime? Ya da mutlu olmak tam olarak ne? En son ne zaman düşündüm bunu?

Sanırım anın tadını çıkarabildiğim anlar, huzurlu oluyorum ve o mutluluk veriyor. Yeni bir fikir, yeni bir umutla yola çıkmak, kendimi geliştiren bir şeyin içinde olmak, saatlerce sohbet edebildiğim insanlarla olmak, kendimleyken mutlu olmak….

Bu en sonuncusu ne kadar önemli düşündüm de. Çünkü onu başardığımda, dışardakilerle de daha kolay her şey. Daha tatmin edici ilişkiler…

Düşünüyorum evdeyken, birçok vakit varmış gibi gözükürken, aslında neler yapılabilir diye düşünürken… Sorular soruyorum kendime ve sizlere… 09cf6db240ffd5f90a4e1402d6cbc6b4

Kendini iyileştirmek

c2d40ad5c529bf50e903aaa7821dff1e
2011’de şöyle bişeyler yazmışım. Korku, aslında hayatta kalmamızı sağlayan, adrenalin kaçmamızı sağlayan, heyecan bizi yaşatan…  Kendinle barıştıkça barışıyorsun her şeyle, her bağla, her duyguyla… Ve öğrendikçe…
Farkındalık sağladıkça sağalıyor insan, bunu arzuluyorum. Unuttukça hatırlamak, hatırladıkça uygulamak.
En büyük tutsaklık korkuyla gelen.
Korkunun içinde hapsolmak
insanın en çok elini kolunu bağlayan.
Deniz görünür ya şöyle ucundan.
Aslında bir adım atsak,
kolumuzu atıp da kapının kilidini açabiliriz belki.
Ama korkudan güçlü muhafız yok.
Önce kabul edip korkumuzu, sonra onu dönüştürmek
en büyük dileğim.

Bir çamaşır askısı

086b1f5c94a0d8a31183f69e12027994

Bi çamaşır askısı sipariş vermişim, ama öyle büyükmüş ki. Paketini açmadım bile. Balkon demirine asılan cinsten. Hatalı vermişim, ölçülerine bakmamışım. Öylece koydum balkonun köşesine. Şimdi gözümün önünde durdukça bir an önce geri vermek istiyorum. Hatayı düzeltmek…

Yanlış kararların ya da hataların gözün önünde olması böyle bişey gibi. Ya düzeltmek, ya da oradan uzaklaşmak istiyor insan. Görmeyince kabullenmesi de kolay oluyor galiba.

İşte bir sembol okuması: )

-Günaydın dünya

Belim ağrıyor bu sabah. Belimin ağrısı okuduğum haberlerden sonra daha da arttı sanki. Küçücük kız çocuklarıyla ilgili yine acayip kararlar alınmış. İnanmak ne kadar zor olsa da  oluyor işte.

Sanki dünya isyan ettikçe, daha da üstüne gidiyoruz dünyanın. Tuhaf geliyor, çok tuhaf…

Durun bi durun demek istiyor insanlığa… Bi durun, bi dinleyin, şu dünyayı. Sessizliğindeki sesi duyun. Dün her yerde bi uğultu duyulmuş, belki odur sesi. Sesini çıkaramayanların sesini fısıldıyordur belki.

Bi dinleyin dünya ne diyor? Oturtmaya çalışıyor bütün insanları evinde. Korunmasızları korumak için belki de… Belki de kim bilir… 03cd11edad06ee1ebbf8a7a36c8b9e29

 

Çıkmak ya da çıkmamak

Screen Shot 2020-04-13 at 15.54.28

Seviyorum evde olmayı… O kadar uzun yıllar, her gün, her gün dışarılarda koşturmuşum ki evde olmak iyi geliyor. Bi o köşeye, bi bu köşeye gitmek, her köşeyi yaşamak istiyorum. Yalnız tek bir şey düşünüyorum, bu kadar çıkmamaya alışınca çıkmak bi acayip geliyor insana…

Onu ne yapacağız?

İnşallah çıkma zamanımız gelince çok garipsemeyiz.

 

 

 

day 23

bddf9832631b306dc2db4720b5e90178

Bu hafta sonu sokağa çıkma yasağı var İstanbul’da. Cuma gecesi sokağa çıkma yasağı ilan edilir edilmez marketlere koştu insanlar. Çok tarihi bir geceydi. İnanılmaz görüntüler gördük. Kavgalar çıktı. Dövülen fırıncılar, sıra tartışmaları… Sokaklarda ekmekçi diye bağrılıyor. İspanya’daki arkadaşımla konuştuk, köpek gezdirenlere izin varmış, aynı köpeği bütün aile sırayla gezdiriyormuş. Hatta komşular köpeği ödünç alıyormuş, dışarı çıkabilmek için. İnsanlar ne enteresan…

Belgrad’daki arkadaşımla konuşuyorum, onlarda da hafta sonu sokağa çıkma yasağı vardı. Birbirimize şarap kadehlerimizin fotoğraflarını çekip yolladık. Şerefine kardeşim dercesine…

Market siparişi geldi mi en az 1 saat. Balkona taşı, havalandır, sabunla, kurut. Aslında bunlar bizi oyalıyor, iyi geliyor belki de yorsa da. Yorulmak da oyalanmak bir şekilde.

İnsan gerçeküstü günlerden geçerken de gayet de gerçekçi olabiliyor. Alışıp, yaşıyor.