ZAMAN

Bilmiyorum nasıl geçiyor, hızlı mı yavaş anlayamıyorum. Garip bir haldeyiz. Bazen günler karışıyor. Salıyı çarşamba sanıyorum. Bazen online yoga derslerinden ya da katıldığım atölyelerden anlıyorum hangi günde olduğumuzu. Hakikaten tuhaf bir dönemin içinden geçiyoruz. Hem covid falan, hem diğer her şey. Her şeyin değişmeye dönük olduğu, ama hiçbir şeyin değişmediği bir ufuk çizgisine bakar gibiyiz. Sanki hayat orada bi yerde, biz izliyor gibiyiz. Uzay gemisinden dünyaya bakıyoruz, neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Tuhaflığın adını koymaya çekiniyoruz. Koymadan devam edip gidiyoruz. Yalanın, riyanın karşında çok da şeyetmiyoruz sanki. Böyle bir kelime de kullanılır mı yazıda? Hah bi tuhaflık bu mu yani?

İskender

O zamanki dünyanın çoğunu 13 yılda fethetmiş. BÜYÜK İskender demişler adına. Hiçbir yerde duramamış, hep daha çok çok almak istemiş. Orayı da , burayı da… Şunu anlayamıyorum nedir bu tüm dünyayı alma isteği. Al al burayı da, orayı da. Ne yapacaksın hepsiyle. Adını Büyük yazacaklar… Aristo’nun öğrencisiymiş. Aristo’dan ders alıp, milleti nasıl kılıçtan geçirmiş ilginç.

Düşünür Diogenes’e demiş ki bi gün. Dile benden ne dilersen. Diogenes’ten o meşhur söz gelmiş. “Gölge etme, başka ihsan istemem.”

İskender de, arkadaşlarına demiş ki başka bir mecliste. “İskender olmasaydım, Diogenes olmak isterdim.” Diogenes olsaydın zaten, Büyük olacağım diye milletin ülkesini almaya çalışmazdın belki.

Bunu duymamıştım. Bir virüsle ölmüş İskender. Batı Nil Virüsü. Kuşlar tarafından yayılıp, sivrisinekle dağılan bir virüsmüş.

Tüm dünyayı fethetmiş ama dünyayı beraberinde götürememiş.

Budamak…

Evin penceresinin önüne kadar gelen ağaçlarımız var camın önünde. Bugün görevlimiz geldi. Arabayı çeker misiniz, ağaç kesiyoruz dedi. -Neeeee? Ağaç mı kesiyorsunuz. İç ses: Ağaçlarıııııım. Dış ses: Kesmeyin niye kesiyorsunuz? Yok yok buduyoruz.

İndim arabayı çekmeye. Pıtır pıtır dalları kesiyorlar. Söylediklerine göre budama. Ama alt kattakiler daha fazla güneş için kestiriyor olabilirler.

Daha iyi, daha yeşil, daha çok olabilmesi için kurumuş dalların budanması, sararan yaprakların koparılması gerekiyor olabilir. Tıpkı hayatımız gibi. Ama insan direniyor bazen, hiçbir dalının gitmesini istemiyor. Oysa bazen budamak gerekir di mi?

Titreşim

Maddenin karakteri gereği, her varlık gibi titreşe titreşe sürdürüyoruz varlığımızı. Bazen güzel güzel. Bazen nazlı nazlı. Bazen de herhalde düşük titreşiyor olmalıyız ki, düşük titreşimli tanıklıklarımız oluyor. Her titreşim, benzerini buluyor. Frekans ayarı gibi. Yalnız ayarlı olduğumuz frekansı duyabiliyoruz, görebiliyoruz. Ya da ayarlı olduğumuz frekanstan mesajı alıyoruz. Bazen şaşırtıyor çok. Niye böyle bir şey yaşadım diye tezahür ediyor üzerimizdeki etkisi.

Bızzzt bızzztttt… Titreşimini sevdiklerimle hayat çok güzel.

Sokaklara…

Çıkmak isteyenler, çıkmayanlar, çıkamayanlar, çıkmayı aklından bile geçirmeyenler, çıkmak zorunda kalanlar hep beraber yaşıyoruz bu çağı. Sokaklarda ararken özgürlüğü, tam tersini yaşayan özgür oldu belki de bugün. Sokağa çıkmayabilmek özgürlük oldu. Diyeceğim o ki, kavramlar onlara yüklediğimiz anlamlarla varlar. Dün sokakta koştururken işe güce, bugün sadece yürüyüşe…

Bugün yüklediğimiz anlam yarın değişebilir. Bugün kızdığımız yarın dostumuz olabilir. Bunu sıkça kendime hatırlatsam da, bazen unutuyorum.

Savasana… Yogalı farkındalıklar

foto:pinterest

Savasana yoganın sonunda yapılan derin dinlenme pozu. Çok seviyorum. O kadar rahatlatıcı ki. Ama yaparken şunu düşündüm, 1 saat boyu yaptığım o acayip hareketler, esnemeler, germeler olmasa bu pozun değeri yok. Yani ortada hiçbir şey yokken şöyle yatsam sıkılıveririm. (belki) Yani sonunda bizi mutlu eden, önce gösterdiğimiz çaba. Ya da verdiğimiz emek….

Belki biçok şey öyle hayatta.

Namaste.

Defne yaprağı

Sabah burnuma defne yaprağıyla yapılmış bir yemek kokusu geldi. Aldı götürdü beni. Çocukluğumun bir anısına. Annem bir ameliyattan çıkmış, hastanede. Biz kardeşimle küçüğüz, endişeliyiz evde.

Kapı çalıyor, annemin arkadaşlarından biri tencereyle yemek getirmiş. Defne yapraklı et yapmış. Mis gibi kokuyor. O etin kokusunu hiç unutmadım. Kendi bile hatırlamıyordur getirdiğini belki. Ama ben unutmadım.

Bir çocuğun defne yaprağını iyilik, paylaşmak, güvenmek olarak kodlamasını istiyorsanız, ya da herhangi başka bir şeyi, siz de bişeyler yapmaya, gayret etmeye devam edin. Kim için ne ifade edeceğinizi bilemezsiniz, bilemeyiz.

foto:pinterest

Yolda gördüklerim

Günlük hayatta yaşananların, başa gelen olayların sembol dilinde bir anlamı var. Bayılıyorum sembol çözümlemesi yapmaya. Mesela ben bi dönem ayakkabı tabanlarımı sürekli yollarda bırakırdım. Neden olabilir? Ayakkabı nedir? YÜrümemizi, dışarıda yürümemizi, ilerlememizi sağlayan araç. Ayağımıza bir şey batmasını engelliyor. Bu tabii benim tanımım. Bazısına göre ayakkabı en sevilen aksesuar olabilir mesela. Sembol dili, herkesin kendi tanımına göre.

Demek ki o dönem, benim ayağımı koruyarak, ilerlememi sağlamak için kullandığım araçlar, zarar görüp, beni terk etmiş. Bundan sonra soracağım soru? ilerlememi sağlayan araçlar ne olabilir? Buradan ben bir yere varıyorum: ) Kim bilir bugün rastladığım ayakkabının sahibi için sembol dili neler söylüyor?