Eve girdim. Kızım yanıma koştu, gününü anlattı. Top oynamış dışarıda. Basket atabilmiş. Çok heyecanlıydı. Sonra topu küvette yıkamış, dışarıda kirlenmişmiş çünkü. Öptüm, başını okşadım.
Murat’la birbirimize kaçamak bakışlar attık. Acıları sustuk. Ülkenin ortak acılarını…
Evlerdeki minikleri dışında tutmak istediğimiz, duymasın, bilmesin istediğimiz, çocukların o ışıklı ruhlarından utandığımız +18 olaylar… Küçüklerin bilmesini hiç istemediğimiz için +18.
Var bi’ ders. Yaşayanla, yaşatanın verdiği. Belki daha doğmadan önce anlaşarak geldiler bu dersleri vermek için. İnsanın aynasında insanı göstermek için. Yoksa niye olsundu? Oyuncaklar yerlerde…
Sahipsiz bırakıldılar. Oyuncakların gidecek yeri vardı, umut olacaklardı. Çünkü masallar, hikayeler ve oyuncaklar umutturlar. Hayal kurdururlar, bir yerden kaçıp, başka bir yerde varolmayı sağlarlar.
Tanımadığı bir insandan niye nefret ederdi insan? Hangi “BÜYÜK” hedef, cana değerdi?
Pi’yi okuyorum şu an. “… temelde herkeste ve her şeyde Allah’ı görmeyen biri, hakiki İslamiyet’i anlamamış demektir ve temelde herkeste ve her yerde Allah’ı gören biriyse birine zarar verdiğinde Allah’ı incittiğini bilir.” Ne basit cümleler değil mi? Kim olsa yazar değil mi? Demek ki değil işte. Bu kadar basit, ama o kadar karmaşık. Dünya ikilik üzerine kurulı değil mi? Uyanamaz mıyız ama? BİRlik bilincinde el ele olamaz mıyız? Romantik mi çok? Keşke politik değil romantik olsak.
Burası, bu blog da bir hayatın izdüşümü… Bugünlerde bunlar oldu.
Suruç’ta 32, Adıyaman’da 1 fidan uçtu, kanatlandı, gitti………………………….