Teşekkürler her kimsen…

IMG_1742

Ya bazı günler biri geliyor karşına, sanki seni çıldırtmak için özellikle gökten zembille inmiş. Seni kaşıyor, sakinliğini dürtüyor, savunmaya zorluyor, hücuma teşvik ediyor, kışkırtıyor. Ne gıcık değil mi? 

Hah, işte o kişi var ya, senin egonu yakalama fırsatın. Egonun nerelerde palazlandığını anlama biletin. O çıkıştığın, savunma yaptığın konular neler dön bi’ bak. Niye bu kadar üste çıkmak zorunda hissediyorsun ki? Niye kendini ispatlamaya çalışıyorsun acaba? Niye bu kadar rahatsız oluyorsun o insandan? Yarası olan gocunur diye amiyane bir tabir var, boşuna söylenmemiş. Sen kızmaya, sinirlenmeye, üzülmeye izin vermemiş olsaydın, üzülmezdin, dellenmezdin.

Demek ki, yumuşak yanın o bölüm. Çalışmadığın bölümden gelmiş de diyebiliriz. Yani o gıcık kişiye teşekkür etmelisin diyeceğim o ki. Çünkü egonu yakalamak için karşına çıkmış bir fırsat kendisi… Oklar da seni gösteriyor aslında.

Çalışmadığın yerleri çalışma fırsatı bi’ başka deyişle… O bölümü okuyup, bitirmeden sonraki bölüme geçilmiyor bi de…

Alttan ders de alsan, dönüp, dolaşıp karşına çıkacağından en iyisi biraz üstüne eğilip, düşün bakalım.

Ben geçen düşündüm, oradan biliyorum ; )

Odada yalnız sen varsın.

Şimdi, şöyle buyur gel içeri… Burası, dört duvarı boydan boya ayna olan bir oda. Odada bir tek sen varsın. Ne bir eşya, ne de başka biri… Ve dört duvarın tamamında ayna. Bir süre burdasın. Takıl istediğin gibi. Gördüğün göreceğin tek şey senin yansımaların.

Aynada beğenmediğin bir ifade, beğenmediğin bir taraf gördüğünde suçladığın kişi kendinden başkası değil. Dön canım, bir de öbür taraftan bak. O da sensin. Beğendiğin omuzların, belki biraz çıkmış göbeğin. Asık ya da gülümseyen suratın. Aşık ya da küskün bakışların. Odanın içindeki her şey günahıyla sevabıyla senin, sensin.

Odanın içindeyken, suçlayacak kimse yok değil mi? Gördüklerinden ya da göremediklerinden dolayı.

Odadayız aslında. Rüyadan uyanan için ise odada başka hiç kimse yok.

Zorla çıkartılan her yolculuk bir sürgündür.

Screen Shot 2014-08-26 at 10.43.08 AM

İzlediğimiz spritüel gelişim, bunun adı ister din olsun, ister farklı yöntemler ‘YOL’ olarak adlandırılıyor.

Hepimizin iyi bir insan olmak, iyi hissetmek, ruhumuzun tekamül etmesi, yaradanı veya evreni hoşnut kılmak için yaptıklarımız, okuduklarımız, ibadetimiz, meditasyonumuz var. Hepimizin bir YOL’a çıkış hikayesi var. Bir an içimizde zillerin çaldığı, kalbimizin ısındığı, bir çağrı duyduğumuz, yola çıkmak için karşı koyulmaz bir istek ve tutku duyduğumuz bir gün ya da günler var…

YOL’un en temel özelliklerinden biri bu karşı koyulmaz ‘yolculuk isteği’…

Sesi duyup kıvama gelmek. Sesi duymayı istemek. Hazır olmak. Güvenmek… Emin olmak… Hissetmek… Bilmek.

YOL’un engebeli olduğu noktaları da öğrenme fırsatı olarak görmek.   

Zorla kimse kimseyi yolculuğa çıkartamaz. Ancak YOL’u anlatır.

Zaten gerçek yolcu gideceği yolu kendi bulur, YOL’u anlatanı da… 

Yürekten bağlanır yola… 

Başka türlüsü zulümdür, günahtır, karmadır…

Kimseyi daha spritüel, daha dindar yapamazsınız. Yolda gözükürler ama sadece bedenen ordadırlar.

Fiziksel olarak ayakkabıları eskir, yürekleri genişlemez.

Bugün yüreğime bu kelimeler doğdu :

“Zorla çıkarılan her yolculuk bir sürgündür.”

“Aşkla yürünen her yol cennet!”

Herkese iyi YOLculuklar…

Dinle…

Ağzından çıkan her şeyi zaten biliyorsun, dinlediğinde yeni bir şeyler öğrenme şansın olur belki… Dinleme eğitimine sokmalı insan kendini. Hiç değilse hayatının bir döneminde. Ben dinliyorum zaten deme… Dinlediğini sandığın anlarda bile sabredip, kendi ne diyeceğini hesaplıyorsun belki de. Sistemli bir şekilde dinlemeye programlanmaktan bahsediyorum… Gözlerin içine bakma, anlamaya çalışma, kalbinin içini görme, yeni bir şey duyma, öğrenme… Bunlardan bahsediyorum. 

İş arkadaşını can kulağıyla dinlemek, ne diyeceğini duymak için heyecan duymak… Sabah evden çıkarken kulağına çalınan sesleri dinlemek… Kuşları, yaprak hışırtılarını… Eşini dinlemek. Ama dinler gibi gözükmek değil, onun anlattıklarının içine girebilmek.. Çocuğunun göz hizasına inip, dinlemek, anlamak… Annenini arayıp, dinlemek. Can kulağıyla, görev gibi değil…

Sessizliği, ya da evrenin bilgeliğini… Biraz kulak versek, yeni, hiç duymadığımız bir şey öğreniriz belki. 

Kibar kibar ittirmece…

Screen Shot 2014-07-03 at 3.14.42 PM

Her şiddet vurdulu kırdılı olmuyor. Bazen de kibar kibar fikrini ittirmece, asla senden duyduğuyla yetinmeyip, kendini kabul ettirmece oluyor. Bunu hissetmez mi insan? Hissediyor elbet… İçinde olduğun manüpilasyonu fark ettiğinde vereceğin tepki de senin sınavın işte. Hadi bakalım… 

Kibar kibar “farkındayım” diyebilecek misin? 

 

Önce insan olmak…

thought_0826 

Otoritenin höt zöt olması gerekliliği, yoksa yumuşak insanın suistimal edileceği konulu bir konuşma geçti bugün. Bilmiyorum sen katılıyor musun? 

Ben katılmıyorum… Korkuyla yapılan hiçbir faaliyet özünde başarı getirmez. Ne ülkede, ne işyerinde, ne de evde. 

Bir de önyargılara karşı, kendin olarak durabilme sanatı var. Hayat görüşün sarsılmadan, kendi bakış açını koruyarak, bozulmadan, bulanıp, bulanmadan devam edebilmek… Demokratik, sevecen ve içten olup, öyle de kalabilmek, ne kadar zor da olsa insanlardaki otokontrol mekanizmasını aktive etmeye çalışmak… Bu mümkün bana sorarsan… Sen olarak da “idare” edebilirsin.

Sert bir dal çıt diye kırılıverir. Oysa akışta beraber akarak insan olmak lazım bana… 

Ama bu konuşma yine de, nasıl olmayı seçtiğimi, ne olmak istemediğimi bana yeniden hatırlattı, teşekkürler…

 

109423465915841591_X4Ks1Lp3_b